Murat Nur
20 Ocak 2014 Pazartesi
27 Ekim 2013 Pazar
24 Ekim 2013 Perşembe
17 Mayıs 2013 Cuma
SADELEŞTİRME
CİNAYET-İ AZİMESİ
TAHRİFAT VE TAHRİBAT DELİLLERİ
MUKADDİME :
TAHRİFAT VE TAHRİBAT DELİLLERİ
MUKADDİME :
Bediüzzaman Hazretleri Risale-i Nur eserleri için diyor ki: “Risalet-ün
Nur, bu asrı, gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kuraniye”dir.
Kıyamete kadar hükmü baki kalacak yeğane Kur’an tefsiri olan Risale-i Nur eserleri,
rehber kitap hükmünde hizmetini yapmaktadır. Ne var ki, her zaman var olan
hayırlara karşı şerler, bu eserlere musallat olmağa çalışmaktadır. Gizli
dinsizler, geçmişte yasaklamalar, karalamalar, hapislerle yapamadıklarını şimdi
de dost suretinde hulul ederek, ifsad ederek yapmağa çalışmaktadır.
Fakat nurların bekçi muhafızları müteyakkız davranarak, bu kıymetli
eserlerin sahipsiz olmadığını, vaki tecavüzlere karşı gereken mukabelede
bulunacaklarını ifade etmektedirler.
Risale-i Nur; kesbî ilimden olmayıp,
Kur’ânın bu asrın ve gelecek asrın insanlarına bakan ve beşerî tasarrufu kabul
etmeyen, Kur’ânî ve vehbî bir meslek olduğuna dikkat çeken beyanlardan bir
kısmı şöyledir:
«Risale-i
Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip, Kur’ânın bir i’câz-ı mânevîsiyle,
herşeyde bir pencere-i marifet açmış, bir senelik işi bir saatte görür gibi
Kur’âna mahsus bir sırrı anlamıştır ki, bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i
inadın hücumlarına karşı mağlûp olmayıp galebe etmiş.» (Mesnevî Nuriye sh:
8)
«Resâili’n-Nur
dahi ne şarkın malûmatından, ulûmundan ve ne de
garbın felsefe ve fünunundan gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş bir
nur değildir. Belki, semâvî olan Kur’ânın şark ve garbın fevkindeki yüksek
mertebe‑i arşîsinden iktibas edilmiştir.» (Şualar sh: 690)
«Risaletü’n-Nur
sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve başka kitaplardan
alınmamış. Kur’ândan başka me’hazı yok, Kur’ândan başka üstadı yok, Kur’ândan
başka mercii yoktur. Te’lif olduğu vakit
hiçbir kitap müellifinin yanında bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ânın
feyzinden mülhemdir ve semâ-i Kur’âniden ve âyâtının nücûmundan, yıldızlarından
iniyor, nüzul ediyor.» (Şualar sh: 711)
Bu hakikatı Risale-i Nur, ısrarla ve
ciddiyetle bildirmekle ifade eder ki, Risale-i Nur’a beşeri bir anlayışla
müdahale edilmez ve edilemez. Sadakatli ve samimi bir nurcu Risale-i Nur’daki
bu hükme zıt hareket etmemelidir. Bu sadeleştirme meselesinin en ehemmiyetli
tarafı da bu vehbîyet hakikatıdır. Yani Kur’anî ve sonsuz İlm-i İlahiden
gelişidir.
Bu kuvvetli hakikatlere rağmen bazıları
bazen heva ve heveslerine, bazen de gizli dinsizlerin, ehl-i dalaletin telkinlerine
kapılıp bu kuvvetli cazibe-i umumiye karşı mukabeleye çalışıyorlar.
İşte onlardan bir tanesi olan Ufuk
Yayınları adı altında yayın yapan malum bir gurubun yayınlarında, Risale-i
Nur’lar bütün ikazlara rağmen sadeleştirme adıyla yayınlanmakta, hakikatte ise
tahrif edilmektedir.
Üstad Hazretlerinin varisleri ellerindeki
maddi manevi imkânlarla bu şenaate mani olmak için her imkanı değerlendirecektir.
Bizler ise, ilmi sahada ve Nur Talebeliğinin verdiği mesuliyet ile elimizden
geldiği kadarıyla mani olmağa çalışacağımızı beyan ederiz.
İttihad İlmî
Araştırma Heyeti
1.Lema’dan
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 25
► Çok
büyük bir yakarış…
Aslı Lem’alar sh:
5
“…en
azîm bir münâcattır…”
1. Lem’a
baştanbaşa münâcatı anlatırken sathî bir nazar ile münâcat kavramını
anlamadığından çok büyük yakarış diyerek çok büyük hata yapıp manayı katletmiştir.
Hâlbuki münâcat; esbabın bilkülliye sukutu ile nur-u tevhid içinde sırr-ı
ehadiyetin inkişafıdır, ism-i Mucib’e mazhariyettir, ayinedarlıktır.
11. Lem’adan
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 96
► İnsan, şu kâinatın
Hâlıkına karşı sonsuz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır.
Aslı Lem'alar sh:
57
“Beşer, fıtraten
şu kâinatın Hâlık'ına karşı hadsiz bir muhabbet üzerine yaratılmıştır.”
İnsan kelimesi mazmun olarak; Ahsen-i takvim programını, insanın
yaradılış gayesini ve neticesini, insanın rahm-ı maderden cennete kadar bütün yaradılış
macerasını içine alır.
Beşer;
İnsanın dünyada bulunma sürecindeki mahiyetine verilen isimdir.
“Nutfeden alakaya,
alakadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-ı insaniyeye kadar olan neş'etinizi
görüyorsunuz.” (Sözler sh: 115)
“Beşer” dünyada bulunma süreci
içinde ahiret programını taşır. Rahm-ı maderde ise beşeriyet programını taşır.
İnsan ve beşer ikiside arapçadır ve ayrı ayrı manalardadır. İnsanı
anlatan bir ilim kitabında beşer kelimesi insan kelimesi ile sadeleştirilirse o
ilim yok olur.
12. Lem’adan
Tahrif edilmis Lem’alar sh: 103
► HAKÎM-İ
ZÜLCELALİN canlıların bedenine gönderdiği rızkın bir kısmı tedbir için iç yağı
olarak TOPLANIR.
Aslı Lem’alar sh: 63
“Çünki O Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir
kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder.”
Aslında Hakîm-i Zülcelalin fiili olduğuna işaret eden
“O” şahıs zamiri sadeleştirmede kaldırılmış.
İddihar rububiyete aid bir
fiildir. “O” zamirini kaldırırsanız Efal-i İlahiyeden olan iddihar fiilini
bedene yani esbaba vermiş olursunuz.
İnsanları ve kendizi şirke
bulaştırıyorsunuz.
Esma ve sıfatın İslam literatüründe en muhteşem anlatımı olan Risale-i Nurdaki kavramları ve tanımları,
sadeleştirme dediğiniz cehaletle yok edemezsiniz. Kur’an’a bakan noktada
mes’uliyetiniz ve cinayetiniz azim olur.
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 41
► Bu dünyada
zamanın, eşyanın geçiciliğindeki ve yok olup gitmesindeki tesirleri çok
çeşitlidir. Varlıklar iç içe daireler gibiyken, TESİR SAHALARI bakımından
hükümleri ayrı ayrı oluyor.
Aslı Lem’alar sh: 16
“Şu dünyada
zamanın fena ve zeval-i eşyadaki tesiratı gayet muhteliftir. Ve mevcudat ise,
mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken, HÜKÜMLERİ ZEVAL noktasında ayrı
ayrı oluyor.”
“Tesir sahalar”
kelimesi mevcudata, eşyaya ve zamana tesir verdiğinden şirke kapı açar. Burada “varlıkların
tesir sahası” anlamında hiçbir ifade geçmemektedir. Çünkü Risale-i Nur baştan
sona bütün tesiri Müessir-i Hakiki olan Allah’a verir.
“Mevcudat ise,
mütedahil daireler gibi birbiri içinde iken zeval noktasındaki hükümlerinin
ayrı ayrı olması” da Hâkim-i Mutlak’ın hükmüne aittir.
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 151
► …her bir varlık türünde ehadiyet damgasına işaret etmek ve Zât’ını AKLA
getirmek için…
Aslı Lem’alar sh: 99
“Zât-ı Ehad'i MÜLAHAZA ettirmek için...”
“Zât-ı
Ehad'i mülahaza ettirmek” “Zâtını akla getirmek” değildir. Mahlukattaki
Ehadiyet tecellisine şuurla, Zât-ı Ehadiyetine ait (Zâtından gelen) tecellilerin ayinedarlığına terakki etmek, bu
tecellileri kalbin duyuşlarında, hissedilişlerinde mütalâa etmektir. Bu tecellileri
latife-i rabbaniyesinde tadıp anlamak demektir.
"Aklın terazisi
bu sıkleti çekmez, aklın kabiliyeti Zatını bilmek için yeterli değildir."
Bu Lem’anın İkinci Makamının başında “akıldan ziyade kalbe bakar” deniliyordu. Konu bu mülâhaza idi. Konunun bütünündeki bağlantıları da
yok etmişsiniz.
Bu kitabı sadeleştirdiğinizi iddia ediyorsunuz
hayır asla!
Siz bütün kavramlarıyla bu muhteşem tevhid
ilmini yok ediyorsunuz!
“Bize karşı bu
geniş ve ehemmiyetli hücum ve tecavüzün hakikî sebebi Beşinci Şua olmadığını,
belki Hizb-ün Nurî ve Miftah-ül İman Hüccet-ül Baliğa olduğunu bu fecirde bir
ihtar-ı manevî ile hissettim. Dikkatle Hizb-ün Nurî'yi kısmen okudum, Miftah'ı
da düşündüm, bildim ki: Zındıklar, küfr-ü mutlak mesleğini bu iki keskin elmas kılınçların
darbelerine karşı muhafaza edemediklerinden, bir parça az siyasetle münasebeti
bulunan Beşinci Şua'ı zahirî bir sebeb gösterdiler.” (Şualar sh: 316)
28. Lem’adan
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 374
► …mekândan münezzeh, mukaddes, ARINMIŞ, yüce
Zat-ı Zülcelâl’in varlığının vücûbiyetine, mukaddesliğine ve kusurlardan
uzaklığına uygun düşmeyen tasavvurlara ve bâtıl telkinlere yol açar.
Aslı Lem’alar sh: 273
“…tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra,
muallâ olan Zât-ı Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve tekaddüs ve tenezzühüne
muvafık düşmeyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medar
olur.”
Arınmış: Kirlerinden temizlenmiş
Müberra: Beri’, müstesna, fenalıktan
uzak kalmış, münezzeh, pâk (A.Yeğin Lûgatı)
“Arınmış” kelimesinin, “Zat-ı Mukaddes”, “Allah-ı Zülcelâl” hakkında kullanılması
ASLA caiz olmaz. İman gider!
Çünkü arınmış
vasfı (daha önce kirlenmiş sonra temizlenip arınmış şeklinde) öncesine işaret
eder. Müberra sıfatının yerine kullanılamaz.
Allah için
“arınmış” sözünü kullananın da buna ses çıkarmayanında imanı gider.
Siz Allah (c.c.)
hakkında kudsiyyeti, münezzehiyyeti, sübhaniyyeti, vücub ve vahdaniyeti nasıl
anlıyorsunuz?
17. Lem’adan
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 188
► Bil ey gafil, aklı
karışık Said!
Aslı Lem’alar sh:
128
“Bil ey gafil,
müşevveş Said!”
Siz hangi hakla “aklı karışık Said” dersiniz?
Müşevveş; karmaşık, zor anlaşılan anlamındadır. Hiç orada akıl ifade
eden bir kelime varmı ki siz “aklı karışık Said” dediniz? Onuncu Notanın aslında, “müşevveş akıl”
demiyor, aklı vasıflandırmıyor.
Bediüzzaman
Garibüzzaman
Ebû Lâşey
Bid’atüzzaman gibi Üstadın kendini tanımladığı ifadelerden biridir.
“Müşevveş Said, Üstadı anlamak zor mes’eledir” mânasındadır.
Sizin yaptığınız Üstadı anlamak değil Lem’aları birilerine anlatma değil
doğrudan doğruya Üstadın şahsına saldırmaktır.
14.Lema’adan
Tahrif edilmiş Lem’alar sh: 150
► Ey insan bil ki, o rahmetin arşına ulaşmak
için bir MERDİVEN var
Aslı Lem’alar sh:
99
“Ey insan! Bil ki: O rahmetin arşına yetişmek için bir mi'rac var.”
Mi’rac merdiven mi?
“Teşbih ve
temsiller, havastan avama geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe,
mürur-u zamanla hakikat telakki edilir.” (Lem'alar sh: 91)
Merdiven, Asansör, füze rampası, ışınlama,
F16, hiç biri değil, Mİ’RAC Mİ’RAC!
Üstadın iki defa Mi’rac kelimesi kullandığı bir cümleyi merdiven deyip nasıl mahvedersiniz,
yok edersiniz.
Şimdi 31. Söz’e merdiven risalesi mi
diyeceğiz? İnsanların Mi’racı öğrenmesinden neden korkuyorsunuz.
SÖZLER KİTABINDAKİ TAHRİFLERDEN BİR KISMI
1.Söz’den
Tahrif edilmiş Sözler sh: 19
► Eskiden bedevî Arap çöllerinde bir adamın rahatça seyahat edebilmesi
için…
Aslı Sözler sh: 6
“Bedevi Arab
çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki …”
Aslına “eskiden” kelimesi ilave edilerek temsil üslubu yok edilmiş.
Temsil ile hakikatin arası tamamen ayrılarak hakikat katledilmiş.
“Şu risalelerde teşbih ve temsilleri, hikâyeler suretinde yazdığımın
sebebi; hem teshil, hem hakaik-i İslâmiye ne kadar makul, mütenasib, muhkem,
mütesanid olduğunu göstermektir. Hikâyelerin manaları, sonlarındaki
hakikatlerdir. Kinaiyat kabîlinden yalnız onlara delalet ederler. Demek, hayalî
hikâyeler değil, doğru hakikatlerdir. Sözler ( 48 )”
Eğer temsil üslubunu kaldırırsanız,
işi masal anlatmaya dökersiniz ki, Bediüzzamanın Risale-i Nur’u asla bu
değildir. Kıssadan hisse anlatmaz, temsil ile hakikati doğrudan nazara verir.
5.Söz’den
Tahrif edilmiş Sözler (sh: 40)
► Evet ortada iki vazife görünüyor. Biri, padişahındır
ki, bazen onun işini gördüğümüz için bizi besler. Diğeri bizim vazifemiz,
eğitim ve hizmettir.
Aslı Sözler sh: 23
“Evet iki vazife, peşimizde görünüyor. Biri,
padişahın vazifesidir. Bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir.
Diğeri, bizim vazifemizdir. Padişah bize teshilat ile yardım eder ki, talim ve
harbdir.”
Haşa! Padişahın
işini görmek, neferin haddine düşmemiş. temsil bile olsa bu cümle açık şirktir!
Onun angaryasını çekmek, onun işini görmek demek değildir!
Mesnevi-i Nuriye
“angarya’’ meselesini şöyle izah etmiştir:
“Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken,
ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile
besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde
sath-ı arzda yaratılan enva'-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor?
Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip
dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah
insaf versin!” (Mesnevi-i Nuriye sh:
224)
“ لَهُ الْمُلْكُ Yani: Mülk umumen onundur. Sen,
hem onun mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime,
şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik
sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza
edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise
beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr'dir,
hem Rahîm'dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak,
keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.” (Mektubat sh: 224)
6. Söz’den
Tahrif edilmiş Sözler sh: 40
► Eğer Rezzak-ı Kerim’e satarsan, o tat alma
hissi ilahi rahmet hazinelerinin mahir bir nezaretçisi ve Samed Yaratıcının
kudret sofralarının şükreden bir müfettişi rütbesine yükselir.
Aslı Sözler sh: 28
“Eğer Rezzak-ı Kerim'e satsan; o zaman
dildeki kuvve-i zaika, rahmet-i İlahiye hazinelerinin bir nâzır-ı mahiri ve Kudret-i
Samedaniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.”
“Hem o zîhayat,
bu kâinatın bir misal-i musaggarı ve şecere-i hilkatın bir meyvesi hükmünde
olduğu için, kâinat kadar ihtiyacatını birden kolaylıkla küçücük daire-i
hayatına yetiştirmek, Samediyet turrasını gösteriyor.” (Sözler sh: 299)
“Hem o hal
gösteriyor ki: Onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden
hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiç bir şey ağır gelmez.” (Sözler sh: 299)
“Herşey herşeyinde
ve her şe'ninde tek bir Hâlık-ı Zülcelal'e muhtaçtır.” (Sözler sh: 663)
Yaratıcı
kelimesi Kudret-i Samedaniye içinde neyin karşılığıdır.
Hiç Risale-i
Nurun içinden “Samed yaratıcı” diye bir kelime duydunuz mu?
Esma canibinden
baksak olsa olsa Halık-ı Samed gibi zorlamalı düşünebiliriz.
Esma-ül Hüsnaya
kastınız nedir?
Neden
insanlar, Allah (c.c.)’ın isimlerini Kur’an diliyle öğrenmesinler.?
8. Sözden
Tahrif Edilmiş Sözler sh: 55
► Sonra o da kardeşi gibi büyük bir ovaya varır.
Aslı Sözler sh: 36
“Sonra gitgide
bu dahi evvelki biraderi gibi bir sahra-i azîmeye girdi.”
“Sahra” kelimesi “ova” kelimesi ile aynı değildir.
“Sahra-i azime” “büyük bir ova” olarak
ifade edilemez çünkü, sahra bir çöldür hiçbir şey yetişmez, ovalar ise
münbitdir.
Mesela Konya ovası bir sahra değildir, buğday ambarıdır.
Buradaki “sahra”
kelimesi 1. Sözdeki “Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir.
Düşmanın, hacatın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî'si ve
Hâkim-i Ezelî'sinin ismini al” cümlelerindeki sahraya telmihtir.
Önceki sözlerde geçmeyen “ova” kelimesi burada kullanılmakla,
Risale-i Nur Külliyatındaki mânalar arasında intikal rabıtaları koparılıyor.
Halbuki risaleler arasında, hususan Küçük Sözlerdeki temsillerde
çok sıkı münasebet zincirleri vardır. Ve bu münasebetler, Risale-i Nurun
kelimeleriyle, terminolojileriyle, temsilleriyle olur.
Bu sadeleştirme, Risale-i Nur mânalarındaki münasebet
bağlantılarınıda kesinlikle tahrif etmiştir.
11. SÖZ’den
Tahrif
edilmiş Sözler sh: 157
► İlk olarak: Kainattaki eserlere bakıp, CENAB-I HAKKI
GÖRÜR GİBİ, kendilerini rububiyet saltanatının güzelliklerine seyirci
makamından bildiklerinden…
Aslı Sözler sh: 124
“Evvelen:
Âsâra
bakıp, GAİBANE MUAMELE SURETİNDE saltanat-ı rububiyetin mehasinine temaşager
makamında kendilerini gördüklerinden”
“Gaibane muamele”ye
“Cenab-ı Hakkı görür gibi” demek ilmî ve itikadî hata olmuş.. Tam aksine esbab
perdesi arkasındaki Zat’ın kainatta görünen eserleriyle vücudunun anlaşılmasına
işaret eder.
“Bir ciheti;
gaibane bir surette bir ubudiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri; hazırane,
muhataba suretinde bir ubudiyeti, bir münacatı vardır. (Sözler sh: 329)
بِالْغَيْبِ
Yani, nifaksız ihlas-ı kalb ile iman
ediyorlar. Veya iman edilen şeyler gayb olmakla beraber iman ediyorlar. Veyahut
gaibe veya âlem-i gayba iman ediyorlar.” (İşarat-ül İ'caz sh: 41)
“Sonra, dünyaya gelen ve dünyanın yaratanını arayan ve
onsekiz aded mertebelerden çıkan ve arş-ı hakikate yetişen bir mi'rac-ı imanî
ile gaibane marifetten hazırane ve muhatabane bir makama terakki eden meraklı
ve müştak yolcu adam, kendi ruhuna dedi ki: Fatiha-i Şerife'de başından tâ اِيَّاكَ
kelimesine kadar gaibane medh ü sena ile.”
(Asa-yı Musa sh: 138)
İnsan anlamıyor! Nasıl “Gaibane
muamele suretinde” cümlesini “Cenab-ı Hakkı görür gibi” olarak değiştiriyorsunuz.?
Yine 11. SÖZ’den
Tahrif
edilmiş Sözler sh: 158
► İkincisi: Cenab-ı Hakkın KUTSİ İSİMLERİNİN TECELLİSİ
OLAN BENZERSİZ VE PARLAK ESERLERİNİN ilancısı makamında görünmekle...
Aslı Sözler sh: 124
“Sâniyen: Esma-i kudsiye-i İLAHİYENİN CİLVELERİ OLAN BEDAYİ'İNE ve
parlak eserlerine dellâllık makamında görünmekle”
“Cenab-ı Hakkın kudsi isimlerinin
tecellisi” cümlesi “benzersiz ve parlak eserler” değildir.
Bu cümleyi böyle
sadeleştirirseniz, tecelliyi eser
zannedersiniz.
Eser ise mahlûktur, tecelli
Allah (c.c.)’ın esmasına aittir. Mahlûk tecelli değildir tecellidendir.
“Esma-i kudsiye-i İLAHİYENİN CİLVELERİ OLAN
BEDAYİ'İNE ve parlak eserlerine” cümlesinin mânası budur.
Tecelliye, mahlûklar manasında
eser demek, mahluka ilahi bir mana vermek olur. Yani mahlûk, Esma-i İlahiyenin cilvelerinin eseridir. Çok
büyük itikadi bir hatadır.
“Bu kemal-i kudret içinde kemal-i hikmeti ve
kemal-i hikmet içinde kemal-i rububiyeti ve merhameti gösteren san'atlar; cilve
milve işi değil. Bu yaldızlı defteri yazan kâtib içinde olamaz, onunla
ittihad edemez.” (Barla Lahikası sh: 266)
Tahrifat
kitabında Üstada hakaretler!
Tahrif edilmiş: 25. Söz sh: 480
► “O Sözlerde kusur varsa benim SIĞ anlayışıma aittir..”
Aslı Sözler sh: 396
“O
Sözler'de kusur varsa, benim FEHM-İ KÂSIRIMA
aittir.”
Kâsır fehim, sığ
anlayışıma demek değildir. Bediuzzamanın şahsına hakaret, bu kitabı okuyanların
hafızasına subliminal (gizli propaganda) mesaj vererek gözden düşürmek demek
olan bu tahrifiniz başınızı yesin!
Sığ anlayış;
Ayrıntıya inemeyen,
yeterli olmayan, yüzeyde kalan
"Sığ düşünce." derin düşünemeyen
"Sığ düşünce." derin düşünemeyen
Bu Üstad değildir.
Üstadı hiç anlayamayan, nasipsiz sizin basitliğinizdir..
“Ey Said-i kasır,
âciz ve fakir! Bilmelisin ki: Senin mahiyet-i nefsinde, nihayetsiz bir kusur,
nihayetsiz bir acz, nihayetsiz bir fakr, nihayetsiz bir ihtiyaç, nihayetsiz
âmâl dercedilmiş.” (Nur'un İlk Kapısı sh: 33)
“Ey nefis! Birkaç
Sözde kat'î isbat etmişiz ki; asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, acizden
yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını
gösterdiği gibi, zıddiyet itibariyle sen, onlarla Fâtır-ı Zülcelal'in kemal, cemal,
kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun.” (Sözler sh: 359)
“İbadetin manası
şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemal-i
rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve
muhabbetle secde etmektir.” (Sözler sh: 41)
Kâsır fehim, Üstadın
kendisi için ifadesi; Kurana nisbeten, Peygamber Efendimizin (asm) miracına
nisbeten, Cenab-ı Hakk’ın tecelli eden Esmasının vahdet ve ehadiyyet
cilvelerine nisbeten ifadedir. Kul kimliğinin hissediliş noktasıdır. İnsan, kâsır,
aciz, fakir şahsiyetiyle ibadet eder.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)